NET TÜRK TV

Türkiye’nin dağ gibi birikmiş sorunları varken bu hafta gündemde bir iftar yemeğinde kazara çekilmiş bir fotoğraf vardı.

Seçim döneminde hiç olmazsa Türkiye’nin temel sorunları rasyonel bir şekilde partiler ve adaylar tarafından gündeme taşınacak diye bekliyorsanız çok yanılıyorsunuz. Çünkü bu seçimi duyguları harekete geçiren kazanacak.

RASYONEL SEÇMEN YOK

Seçim adı üstünde bir tercih meselesi. Biz uzunca bir süre tercihlerin rasyonel olduğu yalanıyla yetiştik. İnsanların aklı var. Onu kullanarak tercih yapar. Ancak Daniel Kahneman bunun tam tersini ispatladı. O nedenle de ekonomi alanında Nobel almış tek psikolog. Merak edenler için Türkçeye de çevrilmiş olan ‘Hızlı ve Yavaş Düşünme’ isimli kitabı tavsiye ederim. Kahneman pek çok ilginç deneyle düşünerek verdiğimizi sandığımız kararları aslında duygusal bir refleksle aldığımızı gösteriyor. Aklın işlevi karar vermek değil, duygusal olarak verilmiş kararları meşrulaştırmak.

Duyguların akıl üzerindeki üstünlüğü siyasal tercihler için de geçerli. New York Üniversitesi’nden (NYU) meslektaşım Jonathan Haidt Foreign Policy dergisi tarafından En Etkili 100 Global Düşünür arasında gösteriliyor. Bunun sebebi Hindistan’dan Brezilya’ya çok farklı kültürlerde gerçekleştirdiği deneylerden yola çıkarak yayınlamış olduğu The Righteous Mind: Why Good People Ara Divided by Politics and Religion [Adil Akıl: Niçin İyi İnsanlar Politika ve Din Yüzünden Birbirinden Ayrılıyor] adlı kitap. Pek çok ülkede seçim kampanyası yürütenlerin elinden düşmeyen bu kitap en temel duygu olan ‘korku’ sayesinde insanların seçim dönemlerinde akıllarını nasıl tatile çıkardıklarını göstermesi bakımından çok önemli kabul ediliyor.

Korkunun devreye girdiği ortamda rasyonel karar vermenin imkansız olduğu gerçeğini sanırım en iyi açıklayan seçim Brexit olsa gerek. Başka türlü dünyanın en ileri demokrasisi sayılan İngiltere’de yabancı korkusu sayesinde Brexit diye bir ucubenin nasıl olup da geçtiğini açıklamak neredeyse imkansız.

SIYASAL KIMLIĞI BELIRLEYEN 6 DEĞER

Siyasal kimliğimizi duygular belirliyor ama bu duyguları bir süre sonra aklımızı kullanarak ideolojik bir kimliğe dönüştürüyoruz. Haidt ideolojik kimliği oluşturan 6 temel değeri şöyle sıralıyor: Dayanışma, Adalet, Özgürlük, Sadakat, Otorite ve Kutsallık. Şimdi hızlıca karar verin. Bu 6 değer içinde sizin için öncelikli olanlar hangileri? Bir sıralama yapsanız en önemli 3 değer hangileri olurdu?

Eğer sizin için ilk üç değer önemli ise, yani dayanışmaya, adalet ve eşitliğe, insanların özgürlüğüne önem veriyorsanız ideolojik olarak sola daha yatkın bir kimliğiniz var demektir. Eğer sizin için devlete sadakat, dirlik düzenlik (otorite) ve kutsal değerlere saygı önemli ise ideolojik olarak sağa daha yatkın bir kimliğiniz var demektir. O nedenle de yelpazenin solunda olan partiler tüm dünyada genel olarak siyasal propagandalarında dayanışmaya, adalete ve özgürlüğe vurgu yapar. Yelpazenin sağında olan partiler ise daha ziyade devlete sadakate, otoriteye (dirlik ve düzene) ve kutsal değerlere önem verir.

OY VERDIĞINIZ PARTIYI NASIL SEÇTINIZ?

Yukarıdaki çerçeveyi önce kendimize sonra da Türkiye siyasal tarihine uygulayalım. Kendinizden yola çıkarak bir düşünün… Bugün sahip olduğunuz siyasal kimliğinizi nasıl oluşturdunuz? Biraz derine inince ailenizde sevdiğiniz büyüklerin, mahalledeki abi ve ablaların ve son dönemlerde de sosyal medyadaki fenomenlerin ve ‘meme’ denilen duygusal bağlayıcılığı yüksek içeriklerin etkisinin çok yüksek olduğunu göreceksiniz. Bu anlamda ortada gerçek manada seçenekler değerlendirilerek verilmiş rasyonel bir karar yok. Tam tersine duygusal bir refleks sonucu varılmış bir karar var. O nedenle bir parti programını inceleyerek siyasal tercihte bulunan seçmen yok denecek kadar az. İstisnalar dışında seçmenler parti ya da aday tercihlerini rasyonel bir yoldan değil tamamen duygusal bir tepkiden yola çıkarak veriyor.

Somuta indirgersek, pek çoğumuz özellikle ilk oy vermeye başladığımız dönemde bir ideoloji ya da lider ile duygusal bir bağ kuruyoruz ve sonra o bağı birazdan açıklayacağım 6 temel değer üzerinden aklımızı kullanarak meşrulaştırıyoruz. Bu meşrulaştırma işlemi bittikten sonra da bir daha o bağı kolay kolay koparmıyoruz. Yani bir partiyi ya da lideri sevdik mi tam seviyoruz. Nefret ettik mi de tam nefret ediyoruz. O nedenle bir lider ya da parti ile varolan bu duygusal ilişkide büyük bir kriz olmadığı sürece bir seçmenin oyunu değiştirmesi nadir görülen bir durum.

TÜRKIYE SIYASAL HARITASI PARÇALANIYOR

Geçmişten bugüne siyasal kampanyaları Haidt’in sunduğu bu temel 6 değer çerçevesinde ele alırsak sağ partilerin neden üstünlük kurduğunu da anlamış oluruz. Türkiye’de sağ partiler yukarıdaki 6 değerden üçünü, yani Sadakat, Otorite ve Kutsaliyet değerlerini tekeline almış, Adalet değerini de kendisine parti adı olarak seçmiş! Türkiye’de sağ bu üç değerde soldan hiçbir itiraz olmadan kolayca mutlak bir hâkimiyet kurmuş. Böyle olduğu için de her seçim dönemi sağ partiler sol partileri devlet düşmanı, toplumun düzenini bozan ve kutsal değerlere saygı göstermeyen bir ideoloji olarak tarif edebilmiş ve bunun sonucu olarak da neredeyse her seçimde solun iki katı oy almış.

MILLET İTTIFAKI BIR KOPUŞU TEMSIL EDIYOR

Türkiye solu ise pek çok seçimde kendisini yalnızca eşitlik (yoksulluk) ve adalet (yolsuzluklar) değerleri üzerinden tarif edip diğer dört değeri sağa teslim etmiş. Yalnızca bu iki değer üzerinde top koşturan ve diğer temel değerleri sağa teslim eden Türkiye solu böylece kendi kaderini rakiplerinin eline teslim etmiş. Bu kural bir tek Bülent Ecevit aracılığıyla 1970’lerde bozulmuş ve CHP o dönemde sağın tekelinde olan değerlerde sağla bir yarışa girerek yüzde 40 bandını aşabilmiş.

Bütün bu tarihsel arka plan içerisinde Millet İttifakı Türkiye’de sağ ve sol arasındaki denklemde ciddi bir kopuşu temsil ediyor. İttifakı oluşturan partilerin çoğunluğu geleneksel anlamda ortanın sağındaki değerleri temsil ediyor. Ancak ittifakın gövdesini oluşturan parti soldan geliyor. Bir önceki genel seçimde kısmen, son yerel seçimlerde ise genel olarak başarıyla uygulanan bu ittifak sayesinde geniş seçmen kesimleri sol bir partinin adayına oy verebilecek esnekliği gösterdi.

14 Mayıs seçimlerinin sonucu ne olursa olsun, Kemal Kılıçdaroğlu’nun tarihe geçen başarısı Türkiye’de ilk defa Türk ve Kürt milliyetçilerini, muhafazakar dindarlarla sosyalist gençleri bir CHP adayı etrafında toplayabilmiş olmasıdır. Bu Türkiye siyasi tarihinde benzeri olmayan bir vakadır.

Oy geçişkenliğinin son derece nadir olduğu bir siyasal ortamda Kılıçdaroğlu’nun ittifak mekanizması ile yerel seçimlerde elde ettiği başarıyı cumhurbaşkanlığı seçiminde tekrar edip etmeyeceği tamamen önümüzdeki 40 günlük süreçte yürütülecek kampanya sürecinde kimin duyguları daha iyi yöneteceğine bağlı. Eğer Millet İttifakı çok iyi çalışmış olduğu programını herkesin anlayabileceği duygusal bir hikayeye dönüştürürse Kılıçdaroğlu’nun seçilme şansı oldukça yüksek olacak. Eğer Cumhur İttifakı bu hafta olduğu gibi kendi tabanını konsolide edip karşı taraftaki muhafazakar ve milliyetçi seçmenlerin sinir uçlarına (duygularına) dokunarak onları kendisine çekebilirse Erdoğan kazanacak.

Bu seçimi duyguları harekete geçiren ittifak kazanacak… •

(Selçuk Şirin, Oksijen)

www.netturk.com.tr