BAŞLANGIÇ: ÇORLU ŞUBESİNDEKİ KADIN VE SEÇİL ERZAN’IN İLK YILLARI
Sabahları bankaya herkesten önce gelirdi.
Çorlu’nun puslu sabahında, şubenin camına vuran soğuk ışıklar altında, elinde kahvesiyle anahtarı kilide sokan hep oydu.
Adı Seçil’di.
Plazma ekranların, borsa grafiklerinin, kredi dosyalarının ortasında, maaş bordrolarıyla avucuna bakan insanların hikâyesi onun masasında düğümlenirdi.
İlk yıllarında sıradan bir banka müdürüydü.
Şube küçüktü, müşteri sınırlıydı, para ufaktı, yalanlar da.
O zamanlar sistem hâlâ onu yutmamıştı.
O da sisteme diş geçirecek kadar büyümemişti.
Sonra tayin yazısı geldi.
Türkiye’nin futbolla, parayla, gösterişle sarhoş olduğu yıllardı.
FLORYA: FUTBOLCULAR, TESİSLER VE SEÇİL ERZAN’IN GİZLİ FON MASALI
Florya’ya geçtiğinde, hayatındaki rakamlar da, insan yüzleri de değişti.
Metin Oktay Tesisleri’nin duvarlarıyla bankanın camı arasında gidip gelen arabalar çoğaldı.
Futbolcular…
Menajerler…
Kulüp çalışanları…
Kimi elinde çantayla, kimi şoförünün açtığı kapıdan aceleyle giriyordu bankaya.
Sıradan memurların önünde beklediği vezne sırası yoktu onlar için.
Müdür odasının kapısı her zaman açıktı.
Çünkü paranın kapısı, parası çok olana kapanmazdı bu ülkede.
Seçil Erzan, kısa sürede isimleri ezberledi.
Kimi çocukluğunda televizyonda gördüğü yıldızdı, kimi son transfer haberi.
İlk başta kitabına uygun bankacılık yapıyordu.
Hesap açıyordu. Talimat alıyordu.
Kredi, yatırım, repo, döviz… Ne yazıyorsa o.
Sonra bir şey oldu.
Ekrandaki rakamlar hayatının dengesini bozacak kadar kızarmaya başladı.
ZARAR: KAYAN RAKAMLAR, ERİYEN HAYAT VE GİZLİ FON FİKRİNİN DOĞUŞU
İddialara göre 2011’den sonra borsada büyük zararlar yaşadı Seçil Erzan.
Hangi hissede battığından çok, o zararın zihninde açtığı delik önemliydi.
Bilgisayar ekranındaki eksi rakamlar, hayatındaki artıları teker teker yutuyordu.
İnsan önce küçük bir yalan söyler, kendine.
“Toparlarım” der.
“Biraz daha kazanırsam kapatırım” der.
Sonra bu yalan, bankacının ekranından çıkıp hayatının tamamına yayılır.
Seçil Erzan da öyle yaptı.
Yamanın bir süre tutacağını sandı.
Tutmadı.
Eksiyi kapatmak için para lazımdı.
Para için güvenecek bir kulak, inanmış bir göz çifti lazımdı.
O güven, sırtına astığı banka kartındaydı.
Şube müdürüydü o.
Bankanın yüzüydü.
GÜVEN: İMZA, KAŞE, BANKA LOGOSU VE SEÇİL ERZAN’A İNANANLAR
Bu ülkede insanlar kime güvenir?
Bakkal defterine mi?
Mahalle muhtarına mı?
Yoksa banka tabelasına mı?
Müşteriler kapıdan içeri girdiklerinde önce logoya bakarlar.
Sonra bankonun arkasındaki üniformaya.
En son masanın arkasındaki yüzü görürler.
Seçil Erzan, o yüzdü.
Yıllarca insanlar maaşını, birikimini, “çocuğun geleceği”ni ona teslim etti.
İmzasını görünce rahatlayan çok oldu.
Kaşenin yanına atılan ıslak imza, köydeki tapudan, belediyedeki onaydan daha güvenilir sayılırdı.
Çünkü “banka” denilen şey, korku ve güvenin harmanlanmış hâliydi.
Bu güvenin üzerine, bir gün gizli fon masalını bindirdi.
SEÇİL ERZAN’IN GİZLİ FONU: BÜYÜK PARALAR, BÜYÜK YALANLAR
İddianameye göre zarar büyüdükçe, oyun da büyüdü.
Artık sıradan vadeli hesap yetmiyordu.
Yeni bir “ürün” lazımdı.
Bankacılık dilinde “ürün”, insanlar için “umut” demekti.
Seçil Erzan, fon diye bir şey anlattı.
Öyle herkese yoktu.
“Özel”di.
Gizliydi.
Kulaktan kulağa anlatılan bir kulis gibiydi.
İfadelerinde söylediğine göre, bu fonun içinde Denizbank’ın genel müdürü de vardı, meşhur bir teknik direktör de.
Büyük isimler havada uçuşuyordu.
Fonun vadesi 30–45 gündü.
Kazancı yüzde 20, yüzde 30, bazen yüzde 40’tı.
Bu oranlar, kısa yoldan köşeyi dönme hayalini bankacılık jargonuna çeviriyordu.
İnsanlar inandı.
Çünkü inanmaya hazırdılar.
Kimi parasını “bankacım kızım gibidir” diyerek verdi.
Kimi “şube müdürü yalan söylemez ya” diye.
Seçil Erzan gerçek hikaye, böylece gizli fon masalının içine yerleşmeye başladı.
ÇANTADA DURAN MİLYONLAR: BANKA DIŞI PARA TRAFİĞİ
Paralar, vezneden hesaba yatırılmıyordu çoğu zaman.
Çanta…
Bu hikâyenin en kirli kelimelerinden biri oydu.
Deriden, naylondan, tekerlekli, tekerleksiz…
İçinde para olan her çanta, bankacılık sisteminin dışına atılmış bir kurşun gibiydi.
İddiaya göre bazı paralar banka içinde odalarda verildi.
Bazıları otoparkta.
Bazıları dışarıda, gözlerden uzakta.
Defterde hareket yoktu.
Sistemde kayıt yoktu.
Ama çantada para vardı.
Belge isteyenlere kâğıt verildi.
Şık çıktı kâğıtlar…
Banka anteti.
Kaşe.
Islak imza.
Fon adı.
Vade tarihi.
Tutar.
Bazılarında kare kod bile vardı.
Bu kâğıtlar, Anadolu’daki tapudan daha etkiliydi o an.
Çünkü insanlar, “banka kâğıdı” görünce düşünmeyi bırakır.
FUTBOLCULAR VE SEÇİL ERZAN GERÇEK HİKAYE: ŞÖHRETİN YANINDA PARA DA YANAR
Bir gün ünlü bir futbolcu geldi.
Televizyonlardan, statlardan tanınan bir yüz.
Kazandığı paranın hesabını tutan çoktu, kendisi belki tam bilmezdi.
İddialara göre Seçil Erzan ondan milyonlarca dolar aldı.
Sonra ifadesinde, Arda Turan’dan 13 milyon 900 bin dolar aldığını, 6 milyon 400 bin doları geri verdiğini, gerisini ödeyemediğini söyledi.
Bir başka ünlü futbolcudan, Emre Belözoğlu’ndan 4 milyon 200 bin dolar aldığını, hiç geri ödeyemediğini anlattı.
Bu olaylar duyulunca gazeteler, “futbolcu da dolandırıldı” manşetini sevdi.
Oysa asıl mesele, şöhretin yanındaki paranın yanması değil, bankacılık güveninin yanmasıydı.
Seçil Erzan gerçek hikaye, şöhretle paranın aynı çantada taşındığı yerdi.
KORKU: SENETLER, TEHDİTLER VE GİZLİ FON ÇEMBERİNİN DARALMASI
Paralar büyüdü, vaat edilen faizler de.
Her yeni gün, öncekine verilmiş bir sözü tutma mecburiyetini getiriyordu.
Çark döndükçe daha çok paraya ihtiyaç vardı.
Bir saadet zincirinin matematiği değişmez:
Yeni para azaldığı gün, yalan patlar.
Seçil Erzan, sıkıştığını görüyordu.
İddiasına göre bazıları zorla senet imzalattı ona.
Bazıları tehdit etti.
Kapıya dayananlar oldu.
“Benim param ne oldu?” diyen sesler, şube odasının duvarlarını delip hayatının içine girdi.
Her yeni gün, “idare etme” çabasıydı.
Ama yalan, yama tutmaz hâle gelmişti.
ÇÖKÜŞ: 7 NİSAN’DA ULAŞILAMAYAN ŞUBE MÜDÜRÜ SEÇİL ERZAN
7 Nisan 2023…
O gün, Seçil Erzan’a ulaşamayanlar bankaya gitti.
Telefonu kapalıydı, açmıyordu ya da meşguldü.
Kapıdan içeri giren şikâyetler, bir anda “bireysel sorun” olmaktan çıktı.
Bankanın önünde, şubenin koridorlarında, odaların kapısında biriken insanlar artık müşteri değil, mağdurdu.
Bir banka, kriz anında gerçek yüzünü gösterir.
Görevli memurların gözleri büyüdü.
İç yazışmalar hızlandı.
Kameralar devreye girdi.
Şikâyetler savcılığa taşındı, dosya büyüdü.
11 Nisan’da Çorlu’da gözaltına alındı Seçil Erzan.
Seçil Erzan gerçek hikaye, artık resmi bir soruşturmanın konusu olmuştu.
İFADELER: İKİ AYRI SEÇİL ERZAN ANLATISI VE ÇELİŞKİLER
İlk ifadesinde suçu üstüne aldı.
Belgeleri kendisinin hazırladığını, kaşeleri kendisinin bastığını söyledi.
Bankayı işin dışına koydu.
“İnsanları kandırdım, çok pişmanım” dedi.
Bu, dosyanın ilk halis itirafıydı.
Sonra bir başka ifade verdi.
3 Mayıs tarihli ifadede bu kez başka bir hikâye anlattı.
8 Nisan’da bankanın bir bölge müdürünün korumalarla geldiğini, 9 Nisan’da genel müdürlüğe götürüldüğünü, koluna serum takıldığını iddia etti.
Ona “bu işi banka dışında yaptığını söyle” diye baskı yaptıklarını öne sürdü.
Eski telefonunun kırılmasını, yazışmaların silinmesini istediklerini anlattı.
“Mağdurlara verdiğim tüm evrakları bankada sistemde düzenledim, banka başından beri haberdar olmalıydı” dedi.
İki ifade, iki ayrı Seçil çizdi.
Birinde tek başına yalan söyleyen bir şube müdürü.
Diğerinde sistemin arasında sıkışmış bir kadın.
BANKA TARAFI: KÂĞITTA YOKSA GERÇEKTE DE YOK MU, SİSTEM NEYİ GÖRDÜ?
Denizbank’ın Teftiş Kurulu, dosyayla ilgili bir rapor hazırladı.
Rapor, bankanın kendini koruyan diliyle konuşuyordu:
Sistemde bu fonla ilgili hiçbir kayıt yoktu.
İşlemler tamamen sistem dışında yürütülmüştü.
Banka antetli resmi bir fon evrağı bulunmadığı savunuluyordu.
Müştekilerin parayı, çoğu zaman banka sistemi dışına bilerek çıkardığı iddia edildi.
Bazı müştekiler için, “ortalama zekâya sahip bir kişinin yapmayacağı davranışlar” dendi.
Resmi olarak, kurum kendini kâğıtla temizliyordu.
Ama halkın gözünde başka bir soru büyüyordu:
Bu kadar büyük para, bu kadar yüksek getiri, bu kadar ünlü isim…
Hiç mi kimse, hiçbir gün, hiçbir toplantıda şüphelenmedi?
ZİMMET DUVARI: BDDK KARARI VE SEÇİL ERZAN DOSYASININ SINIRLARI
İşin bir de zimmet tarafı vardı.
Mahkeme, Seçil Erzan’ın eylemleri nedeniyle bankacılık zimmeti oluşup oluşmadığını sordu.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’ndan rapor istedi.
BDDK, zimmet için gerekli ihbar şartının oluşmadığını belirtti.
Bu cümleyle zimmet dosyasının kapısı kapandı.
Dolandırıcılık davası devam etti, zimmet devre dışı kaldı.
Zimmet açılmış olsaydı, suçun adı da çerçevesi de değişecek;
cezalar ağırlaşacak;
banka yönetiminin de yargılanmasının önü açılabilecekti.
Teknik bir madde, kocaman bir tartışmanın üzerine kilit vurdu.
Seçil Erzan gerçek hikaye, böylece daha çok bireyin, daha az sistemin hikâyesi olarak anlatıldı.
MAHKEME SALONU: SEÇİL ERZAN’A VERİLEN 102 YILLIK HAPİS CEZASI
Davanın görüldüğü salon, sıradan bir duruşma salonu değildi artık.
Gazeteciler, mağdurlar, avukatlar, banka temsilcileri, meraklı gözler…
Herkes, bir kadının hayatının kaç yıla bölüneceğini bekliyordu.
Seçil Erzan’ın son sözleri sorulduğunda:
“Kimseyi aldatmadım” dedi.
Elinde hiç para olmadığını anlattı.
“Ev hapsinde olsam kaçmam, annemi bir daha göremeyecek miyim?” diye sordu.
Mahkeme, duyguyla değil, dosyayla konuştu.
Karar açıklandığında kürsüden çıkan cümle havada asılı kaldı:
102 yıl 2 ay hapis.
Bir insan ömrünün üç katı.
Üstüne para cezası.
Biri ağladı.
Biri küfretti.
Biri “oh olsun” dedi.
Biri “sistem ne oldu?” diye sormaya devam etti.
BANKANIN AÇIKLAMASI: “BİZ DE MAĞDURUZ” DİYEN KURUM VE GİZLİ FON
Bankanın açıklaması, uzun bir basın metniyle geldi.
Eleştirilerin haksız olduğu, eski bir çalışanın münferit eylemiyle kurumun zarar gördüğü yazıyordu.
“Eski bir çalışanımızın karıştığı, bankamızla ilgisi bulunmayan münferit bir olay” denildi.
Münferit…
Bu kelime, ülkede ne zaman büyük bir skandal patlasa, mutlaka bir metnin içine gizlenir.
Kurumları kurtarmak için suçu daraltan, olayı küçülten bir kelime.
Sistem, kâğıt üzerinde kendini böyle korur.
YAN DOSYALAR: HÜRRİYETTEN YOKSUN KILMA, AKLAMA İDDİALARI VE KULİSLER
İddianamenin dip notlarında başka sorular da vardı.
Seçil Erzan’ı Çorlu’daki evinden alıp İstanbul’a getirdiği iddia edilen bazı banka yetkilileri hakkında, kişi hürriyetinden yoksun kılma suçundan ayrı bir soruşturma yürütüldüğü yazıyordu.
Onunla birlikte nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediği değerlendirilen üç kişi hakkında, suç gelirlerinin aklanmasının önlenmesine aykırılık iddiasıyla dosya açıldığı belirtiliyordu.
Adalet, kâğıt üzerinde birçok yere uğruyordu.
Ama sokaktaki insanın adalet duygusu hâlâ yerini bulamamıştı.
GERİDE KALAN: SEÇİL ERZAN GERÇEK HİKAYE SONRASINDA GÜVEN AÇIĞI
Bu hikâyede sadece paralar kaybolmadı.
Güven de kayboldu.
Bankaya güven.
İmzaya güven.
Kaşeye güven.
Logoya güven.
Bir şube müdürünün, sistemin açıklarından sızarak kurduğu bu gizli fon dünyası, sadece mağdurların değil, haberi ekrandan izleyen milyonların da içine bir şüphe bıraktı:
“Benim bankadaki param gerçekten güvende mi?”
Gizli fon, en büyük zararını rakamlarla değil, bu soruyla verdi aslında.
SEÇİL’İN GECELERİ, ÜLKENİN GÜNDÜZLERİ: BİR SKANDALIN GÖLGESİ
Şimdi, duvarları soğuk bir koğuşta gün sayıyor Seçil Erzan.
102 yıl, insan zihninin alabileceği bir süre değil.
Ama her gece gözlerini kapattığında belki o ilk imzayı hatırlıyordur.
İlk kaşeyi.
İlk çantayı.
İlk “merak etme, bu aramızda” cümlesini.
Belki kendini sisteme kurban sayıyordur.
Belki hâlâ “kimseyi aldatmadım” diyordur.
Belki her şeyi hak ettiğini düşünüyordur, kim bilir.
Dışarıda ise hayat akıyor.
Futbolcular yeni transfer haberi oluyor.
Banka tabelası yerinde duruyor.
BDDK yeni raporlar yazıyor.
Halk yine imza atıyor, yine borçlanıyor, yine güveniyor.
SON SORU: SEÇİL ERZAN GERÇEK HİKAYE BİREYİN Mİ, SİSTEMİN Mİ YARGISI?
Bu Gerçek’Hikaye’nin sonunda tek bir soru kalıyor:
Bir kadın, bir şube müdürü, aldığı 102 yılla bu dosyayı kapatabilir mi?
Yoksa asıl yargılanması gereken,
kaşeyi bu kadar değerli,
logoyu bu kadar kutsal,
imzayı bu kadar sorgulanmaz yapan düzen midir?
Cevap, hiçbir mahkeme kararında yazmıyor.
Ama sokaktaki insanların gözlerinde, çoktan verilmiş gibi duruyor.