GERÇEK HİKAYE

Kara Dutum!

Adı, MARİ Gerekmezyan'dı, Türkiye'nin ilk kadın heykeltraşlarından biriydi, Ermeni asıllıydı, Güzel Sanatlar Akademisi'nde misafir öğrenciydi, çok da başarılıydı.

Okulda bir asistana aşık oldu, asistan ünlü bir ressam ve şairdi, üstelik de evliydi, delice sevdiler birbirlerini, dillere düştüler.

Sevdiği adamın büstünü yaptı, ünlü ressam da onun portrelerini çizdi.

Günlerce aylarca büyük bir aşk yaşadılar, birbirlerine serenat yaptılar.

Mari'nin kaşı kara, gözü kara, bahtı da karaydı, ailesi ve Ermeni toplumu onu terk etti, iİtinayla yalnızlaştırıldı.

Dönemin basını, Ermeni olduğu için Ankara’daki Resim Heykel sergilerinde üst üste aldığı ödüllerde adını bile geçirmedi, buna rağmen sevgilisini hiç terk etmedi, ta ki hastalanana kadar...

1947 yılında tüberküloza yakalandı, İstanbul Alman Hastanesi’ne yatırıldı, durumu ağırdı, antibiyotik gerekiyordu. Ama dünya savaşı yeni bitmişti, ülkede ilaç yoktu..

Ünlü ressam sevgilisini kurtarmak için tablolarını sattı, ilaç için her yolu denedi, şiirler karaladı ama olmadı.

Mari Gerekmezyan 1947 yılının 12 Ekiminde 37 yaşında hayata gözlerini yumdu..

* * *

Aradan 2 yıl geçti. 1949 yılının bir ilkbahar günüydü. İstanbul Büyük Kulüp'te bir toplantı vardı.

O gece Büyük Kulüp'tekiler özel konuk olan Bedri Rahmi Eyüboğlu'ndan bir şiir okumasını istediler..
Bedri Rahmi ayağa kalktı..
Şiiri okumaya başladı..
Ama gözyaşlarını tutamadı..
Bir yandan mısraları söylüyor, bir yandan sular seller ağlıyordu.
Gözyaşlarına mendil yetmiyordu..
*. *. *
"Karadutum, çatal karam, çingenem..
Nar tanem, nur tanem, bir tanem..
Ağaç isem dalımsın salkım saçak..
Petek isem balımsın ağulum..
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan..
Yoluna bir can koyduğum..
Gökte ararken yerde bulduğum..
Karadutum, çatal karam, çingenem..
Daha nem olacaktın bir tanem..
Gülen ayvam, ağlayan narımsın..
Kadınım, kısrağım, karımsın.
Sigara paketlerine resmini çizdiğim,
Körpe fidanlara adını yazdığım,
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam.
Sıla kokar, arzu tüter,
Ilgıt ılgıt buram buram.
Ben beyzade, kişizade,
Her türlü dertten top yekun azade..
Hani şu ekmeği elden suyu gölden.
Durup dururken yorulan
Kibrit çöpü gibi kırılan
Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan
Artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan
Sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum
Netmiş, neylemiş, nolmuşum
Cömert ırmaklar gibi gürül gürül
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.
Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam..
Sensiz bana canım dünya haram olsun."
*. *. *
Bedri Rahmi'nin hemen yanında eşi Eren Eyüboğlu oturuyordu..
Ama hiç tepki vermiyordu..
O da herkes gibi bu şiiri ona yazmadığını biliyordu..
Bedri Rahmi'nin "Karadutum, çatal karam, çingenem" diye seslendiği kadın, 2 yıl önce ölen Mari Gerekmezyan'dı..
Mari öldükten sonra Bedri Rahmi'ye dünya haram olmuştu..
Öyle ki..
Yıkılmışlığını dizelere dökmüştü..
"Türküler bitti,
Halaylar durdu,
Horonlar durdu..
Hüzün geldi başköşeye kuruldu,
Yoruldu yüreğim, yoruldu."
Bedri Rahmi Eyüpoğlu 1975 yılında öldü..
Ölene kadar "Canım Cebişim" dediği Mari'yi hiç unutmadı..
Cebiş, Anadolu'da yeni doğan keçi yavrularına denirdi."
sevgiyle....

Not: Eren Eyüboğlu her şeye rağmen Bedri Rahmi'yi yanına kabul etmiş ve beraberlikleri devam etmiştir.

BEDRİ RAHMİ EYÜPOĞLU KİMDİR?

“Yaşadım!

Erik ağaçları şahidimdir

Yıldızlar şahidimdir.

Yaşadım!

Avuçlarımın gücü yettiği kadar

Dağları, kadınları, meyveleri

Yaşadım!

İncirin dallarına yürüyen süt

Yonca tarlasından gelen nefes

Horozun ibiğinden damlayan kan

Yollar ve sevgili türküler şahidimdir.” diyen Bedri Rahmi Eyüboğlu, Trabzon´un Görele ilçesinde (bugün Giresun iline bağlı), 1911 yılında doğdu. Beş çocuklu ailenin ikinci erkek çocuğuydu. Kaymakam olan babası Rahmi Bey´in görevi gereği önce Pınarbaşı ardından Havza´ya taşındılar. Havza´da ilk otomobili gördü, benzin kokusunu duydu.1920 yılında, ailece Kütahya´ya göçtüler.

Kütahya´nın düşman işgaline uğraması tehlikesi baş gösterince 1921 yılında, babası önce ailesini Ankara´ya gönderdi. Bir ay sonra da kendisi gitti.1924-1925 yılları arasında Artvin´de bulundular. 1925 yılında, babası Trabzon milletvekili oldu. Ailece Trabzon´a geri döndüler. Trabzon Lisesi´ne kaydoldu.

1927 yılında Zeki Kocamemi Trabzon Lisesi´ne resim öğretmeni olarak atandı. Bu dönemden sonra, Bedri Rahmi´de resim aşkı başladı. Fransa´da eğitim gören ağabeyi ile mektuplaşmaları kardeş-aile mektuplaşmasını başlattı. 1929 yılında, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Resim Bölümü´ne girdi. Nazmi Güran ve İbrahim Çallı´nın öğrencisi oldu.

1931 yılında, diplomasını almadan Paris´e gitti. Dijon ve Lyon´da Fransızca dilini öğrenmek üzere çalıştı. Bu arada Gauguin ve El Greco gibi beğendiği ustaların resimlerini bulundukları müzelerden kopya etti. Van Gogh, Gauguin, Cezanne onu mesleğine bağlıyan ustalar oldu. 1932 yılında, Paris´te bir ay kadar André Lhote Atölyesi´nde çalıştı. İlerde yaşamını birleştireceği Ernestine Letoni ile tanıştı. 1933 yılında, Londra´ya gitti. Yıl sonunda Türkiye´ye geri döndü. 1934 yılında, yeni Adam´da ressam olarak çalışmaya başladı. Akademi Diploma yarışmasında “Yol İnşaatı” konulu resmi ile üçüncü oldu.

27 Aralık 1934 tarihinde 30 resim ile D Grubu Sergisi´ne katıldı. 1 Ocak 1935 tarihinde, ilk kişisel sergisi Bükreş´te Hasefler Galeri´sinde Ernestine Letoni tarafından açıldı. 1936 yılında “Eren” adını verdiği Ernestine Letoni ile evlendi. Tekel Genel Müdürlüğü´nde işe girdi. Vitrin düzenleyici olarak göreve başladı. Sipahi Ocağı sigarasının kapağındaki “Koşan Mızraklı Atlar” figürünü tasarladı. Güzel Sanatlar Akademisi´nin 1936 yılında diploma yarışmasında “Hamam” adlı çalışması ile birinci oldu.

Sovyetler Birliği´ne götürülen Türk Resim ve Heykel Sergisi´ne üç resim ile katıldı. 1937 yılında, akademide Leopold Levy´in asistanı oldu. Nazmi Ziya Güran üzerine bir inceleme kitabı hazırlığına girişti. CHP Yurt Gezisi programı kapsamında Eylül 1938´de Edirne´ye gitti.1 Kasım 1938 tarihinde çıkan “Ses” dergisi yazarları arasında yer aldı. 31 Ekim 1939 tarihinde Birinci Devlet Resim ve Heykel Sergisinde “Figür” adlı yapıtı ile üçüncülüğü Arif Kaptan ile paylaştı. 9 Kasım 1939 tarihinde, askerlik görevini yapmak üzere yedek subay okuluna alındı.

İlk şiir kitabı “Yaradana Mektuplar” yayınlandı. 1942 yılında, CHP´nin yurtiçi gezileri programı içinde bu kez Çorum´a gitti. 31 Ekim 1942 tarihinde, açılan Dördüncü Devlet Resim ve Heykel Sergisi´nde ikincilik ödülünü kazandı. 1943 yılında, Ortaköy Lido Yüzme Havuzu için ilk duvar resimlerini gerçekleştirdi. 1945-1947 yılları arasında “Mari´nin Portresi”, “Alis I”, “Alis II” gibi önemli portre dizisini oluşturdu. 1946 yılında, Ankara Büyük Tiyatro´nun (operanın) girişindeki kapıların üstüne ikinci duvar çalışmasını yaptı (“Kız kaçırma”konulu bir fresk) . 1946 yılı Kasım ayında UNESCO´nun Paris´te düzenlediği uluslararası sergiye gönderilen resimleri ilgi çekti. 1947 yılında, genç sanatçılardan oluşan “10´lar Grubu”nun kurulmasına öncülük etti.

Can Dündar, Bedri Rahmi’nin Mari Gerekmezyan’a sırıksıklam aşık olduğunu belirterek ikilinin aşkını şöyle anlatmış; “Bedri Rahmi, Eren’den bir çocuk sahibi olduktan hemen sonra tanışmıştı bu genç Ermeni sanatçıyla… Güzel Sanatlar Akademisi’nin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelmişti. Bedri Rahmi de orada asistandı. 1940’lar başlamıştı. Savaş yıllarıydı. Bedri Rahmi, Mari’yle gizliden gizliye buluşur olmuştu. Sırılsıklam âşıktı ona… ‘Sigara paketlerine resmini çiziyor, körpe fidanlara adını yazıyordu.’ ‘Karadutum, çatalkaram, çingenem, Daha nem olacaktın bir tanem, Gülen ayvam, ağlayan narımsın. Kadınım, kısrağım, karımsın” şiirini -karısına değil- ona yazmıştı”

Can Dündar aynı zamanda 2012 yılında, BBC’de yayınlanan Great Romances of the 20th Century adlı diziden esinlerek Yüzyılın Aşkları adlı kitabı yazdı. Kitabın içeriğinde Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Eren Eyüboğlu da vardır hatta kitap kapağındaki fotoğraf onlarındır.

1950 yılında, Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi´nde 150 resimden oluşan “Retrospektif” sergisi düzenledi. Birkaç aylığına Paris´e gitti. Paris´te , İnsan Müzesi´nden çok etkilendi. “Güzel yararlı olmalıdır” düşüncesinden hareketle “Yazmacılık” geleneğine yeni bir yorum getirdi. 1950 yılında, Kariye Camii düzenlemesini yaptı. Bizans mozaikleriyle ilgilenmeye başladı. 1951 yılında, “Küçük Sahne”yi süsledi. 1951 yılına kadar boya ile mozaik dokusunda resimler yaptı. 21 Mart 1951 tarihinde, ilk “Yazma Sergisi”ni açtı. Yeni Sabah Gazetesi’nde yazmaya başladı. 1952 yılının Ocak ayından başlayarak 1958 yılına dek düzenli olarak Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdı. 1953 yılında Yazmaları ve özgün baskıları Philadelphia Print Club da sergilendi.

14 Eylül´de Times dergisi iki renkli sayfa ayırdı.1954 yılında Bedri Rahmi “Türk Tepsisi” adlı motifi ile Steuben Glass adlı bir firmanın tertiplediği yarışmada ödül kazandı ve motif kristale oyularak teşhir edildi.

1954-1957 yılları arasında Hilton ve Divan otellerinde ve KLM İstanbul merkezindeki panoları yaptı. Yugoslovya ve Hollanda hükümetleri tarafından davet edildi. 1955 yılında, TBMM yapısına konulacak resimleri seçecek kurulun başına getirildi. 1956 yılında, Sao Paulo Bienali´nde onur ödülü aldı.Aynı yıl “Canım Anadolu” adlı kitabı yayınlandı. Bedri Rahmi 1957 yılında Tokyo özgün baskı Bienaline katıldı ve “Üçü birden”adlı kitabını yayınladı. Ve aynı yıl içinde “Dokuma, Kilim, Yazma ve Nakış gibi Halk El Sanatları´ndaki motifleri özgün bir stil ile kaynaştırarak, mozaik çalışmalarına yöneldi. 1958 yılında Uluslararası Brüksel Sergisi´ndeki Türk pavyonuna yaptığı 227 metrekarelik çalışmasıyla altın madalya aldı. 1959 yılında, Paris´te Nato merkezine 50 metrekarelik bir pano hazırladı.

1960-1970 yılları arasında yazarlığa ara verdi. 1961 yılında Amerika´ya gitti. Bu dönemde zengin renklerle soyut biçimlere yöneldi. Görülmedik, bilinmedik renkler bulabilmek için denemeler yapmış; plastik tutkal – plastik boyalar – kum – talaş ve buruşturulmuş Japon kağıdı kullanmıştır. Kendisinin de kabul ettiği gibi ‘Amerika Dönemi´ sanatına başka bir boyut kazandırmıştır. University of California at Berkley´da iki yıl misafir profesörlük yaptı. 1961 Ağustos´da Unicef çoçuklar yararına “Eşeğin Üzerinde Çocuklarını Taşıyan Anadolu Köylü Kadın”motifi Amerika´da kartpostal olarak basıldı. 1962 Aralık ayında New York Modern Art Müzesi “Zincir” adlı resmini satın aldı. 1963-1964 yıllarında Vakko fabrikası , Karaköy tatlıcılar, Manifaturacılar çarşısı panoları yanında çeşitli malzemeleri denedi.Son panosu Etap Oteli girişinde ki “Güvercinler”dir. 1970 yılında, yeniden toplumsal içeriği ağır basan resimler yaptı. 1972 yılında, 33´üncü Devlet Resim ve Heykel Sergisi´nde birincilik ödülü aldı.

Bedri Rahmi Eyüboğlu, “İstanbul Destanı” adlı şiirinde Sait Faik Abasıyanık’ı şöyle anlattı :

“…İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir
Burgaz adasında kıyıda
Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne
Mavi gözlü bir ihtiyar balıkçı gencelir küçülür
İkisi bir boya geldi mi Sait kesilirler
Bütün İstanbul’u dolaşırlar elele başbaşa
Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta
Sivriadada da martı yumurtası toplarlar çilli çilli
Ziba mahallesinde gece yarısı
Sabaha Galata’dan geçer yolları
Maytaba alacakları tutar kahvede
Zararsız bir deliyi
Ula Hasan derler gazeteyi ters tutaysun
Çaktırmadan gazetesini tutuştururlar fakirin
Sonra oturup sessizce ağlarlar

İstanbul deyince aklıma
Sait Faik gelir
Taşında toprağında suyunda
Fakirin fukaranın yanıbaşında
Bir kalem bir bilek bilendikçe bilenir
Kıldan ince kılıçtan keskin
Hep iyiden güzelden yana
Hep kimsesizlerin

İstanbul deyince aklıma
Said’in son yılları gelir
Hey Allahım en güzel çağında Said’e
Dört beş yıl ömrün kaldı denir
Sait Sait olur da nasıl dayanır
Mavi gözlü çocuk boşverir ölüm haberine
İhtiyar balıkçı pis pis düşünür
Bir zehir yeşilidir açılır
Bir yeşil ki ciğerine işler adamın
Bir yeşil ki kasıp kavurur
Küçük mavi çocuk
İhtiyar balıkçı
Ve dilimize bulaşan zehir yeşili
İstanbul çalkalandıkça bu denizlerde dipdiri
Dilimiz yaşadıkça yaşasın Said’in şiiri… 

Nazım Hikmet Ran için Bursa Cezaevi’nde yatarken, ‘Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor’ şiirini yazdı:

“Şu sılanın ufak tefek yolları
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir dilleri
Yiğidim aslanım burda yatıyor

Bugün efkarlıyım açmasın güller
Yiğidimden kara haber verdiler
Demirden döşeği taştan sedirler
Yiğidim aslanım burda yatıyor

Ne bir haram yedi ne cana kıydı
Ekmek kadar temiz su gibi aydın
Hiç kimse duymadan hükümler giydi
Yiğidim aslanım burda yatıyor

Mezar arasında harman olur mu
On üç yıl mahpusta derman kalır mı
Azrail’e sorsam canım alır mı
Yiğidim aslanım burda yatıyor”

“Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor” şiirini, Zülfü Livaneli besteledi. O gün ki şartlarda kayda alınan beşli kasetlerle Uğur Mumcu’ya dinletti.Uğur Mumcu gözyaşlarını tutamamış.Zülfü Livaneli yaşadıklarını anlatmış:

“Uğur Mumcu, besteyi dinleyince ağlamaya başladı. Ben de niçin ağlıyorsun Uğur deyince, beste ‘Bu bütün devrim şehitlerinin ağıdı olmuş.’ Maalesef bu beste Uğur Mumcu’yu, 10 yıl sonra Ankara’da hayatını kaybetmesinin ardından, 200 bin kişi ile ‘Yiğidim Aslanım Burda Yatıyor’ şarkı sözleriyle uğurladı. Yiğidim aslanım burda yatıyor. Gönüllerimizde yatıyor.”

bestesini, o günkü şartlarda kayda alınan beşli kasetlerle kendisine dinlettiğini belirten Livaneli, Uğur Mumcu’nun göz yaşlarını tutamayıp ağladığını ifade etti

21 Eylül 1975 tarihinde İstanbul’da pankreas kanserinden yaşama veda etti ve Küçükyalı Mezarlığı’nda defnedildi.

www.netturk.com.tr

Editör: Haber Merkezi