"12 Eylül'ü yazan Murat Sevinç, 12 Eylül'ün sadece bir askeri darbe değil, sermayenin gülen yüzünün işçilerin gözyaşlarını gölgede bıraktığı bir dönem olduğunu belirtiyor. Sevinç, "Korkut Boratav’ın dediği gibi, bu darbe aslında ‘sermayenin karşı saldırısı’ydı. Büyük patronlar, 1961 Anayasası’ndan rahatsızdı. İşçinin yüzü gülüyor, haklar kazanıyor, özgürlükler genişliyordu. Bu patronlar için kabul edilemezdi. 12 Eylül, tam da onların aradığı 'düzen'i getirdi. Sermaye gülerken, işçi ağlıyordu." diye yazdı.
DARBE VE PATRONLARIN ZAFERİ
1960’ların sonlarından itibaren patronlar, özgürlüklerin çok fazla olduğunu düşünüyor, işçilerin haklarının bu kadar geniş olmasından rahatsızlık duyuyorlardı. TÜSİAD, Ecevit hükümetini devirmek için gazetelere tam sayfa ilanlar verdi, sermaye hükümete karşı cephe aldı. 12 Mart Muhtırası, darbenin ilk provasıydı. Ancak nihai sonuç, 12 Eylül ile alındı. Darbeciler, TÜSİAD’ın arzuladığı düzeni kurarken, işçilerin direnişine ağır bir darbe indirdiler.
12 Eylül sonrası hazırlanan anayasa, patronu işçiden, devleti de yurttaştan korumayı hedefleyen bir metindi. Bu anayasa, her fırsatta işçinin aleyhine kararlar çıkardı. Sermaye gülerken, işçi sırtından kırılmıştı. Anayasayı halk tartışamadan kabul ettirdiler. Darbeciler için halkın görüşü, dikiş makinesinde iplikten farksızdı; çekip istedikleri yere yönlendiriyorlardı.
KANUNLAR VE KENAN EVREN
Kenan Evren, televizyondan yaptığı uzun konuşmalarla ülkenin nasıl yeniden yapılandırıldığını anlatıyordu. "Her gelin kızın rüyası olan dikiş makinesi gibi" diyerek, ülkeyi yeniden dikip biçtiklerini ima ediyordu. Darbeciler, Meclis’in yetkilerini ellerine aldılar, anayasa değişikliklerini Resmi Gazete’de peş peşe yayınladılar. Hukuk, adeta beş generalin elinde bir oyuncak haline gelmişti. Her yeni kanun, toplumun darbeciler tarafından nasıl dizayn edildiğini gösteriyordu.
Parlamentonun yetkileri beş generale devredildi, Kurucu Meclis ise tamamen darbecilerin seçtiği isimlerden oluşuyordu. Kenan Evren, olağanüstü yetkilerle donatıldı, halk ise tüm bu süreçten dışlanmıştı. Bir kez daha gösterilmişti ki, 12 Eylül sadece askeri bir müdahale değil, toplumu yeniden yapılandırma hareketiydi.
DİN VE DARBE: YENİ NESİLLERİN ŞEKİLLENMESİ
Darbenin bir diğer hedefi ise toplumu dini referanslarla şekillendirmekti. Kenan Evren, her konuşmasında dinî vurgular yaparak "dindar bir nesil" yetiştirme hayalini açıkça dile getiriyordu. 12 Eylül’ün hemen ardından, din eğitimi anayasal bir zorunluluk haline getirildi. Türk-İslam sentezi parlatıldı, din eğitimi okullarda zorunlu ders olarak müfredata alındı. Sol düşünce ezilirken, din, toplumun yönetiminde bir araç olarak kullanıldı. Evren, konuşmalarını dini referanslarla süsleyerek, toplumun geleceğini şekillendirmek istiyordu.
12 Eylül’de sol düşünceyi yok etme hedefiyle yola çıkan darbeciler, bir yandan da toplumu dinî referanslarla besleyerek, kendilerine itaat eden bir nesil yaratmaya çalıştılar. ‘Din kültürü’ dersini anayasa zorunluluğu haline getirerek, toplumu yeniden biçimlendirdiler. Solcular, sosyalistler, hatta ülkücüler bile bu yeni düzende kendilerine yer bulamıyordu. İşkenceye maruz kalanlar, darağacında can verenler, bu yeni düzenin en büyük kurbanlarıydı.
TOPLUMSAL DEĞİŞİMİN TEMELLERİ
Darbeciler, sadece hukuku değil, toplumu da yeniden şekillendirdiler. Üniversitelerin özerkliği ortadan kaldırıldı, YÖK ile akademik özgürlüğe son verildi. Evren’in üniversiteler için kurduğu hayal, bağımsız düşüncenin olmadığı, devlete bağlı akademisyenlerin yetiştiği yerlerdi. Bugün geldiğimiz noktada, üniversiteler, 'her gelin kızın rüyası Zetina dikiş makinesi' gibi, aynı tip insanları yetiştiriyor. Bilim, sorgulama, özgür düşünce mi? Onlar çoktan rafa kaldırıldı.
Toplumun örgütlenme hakkı ortadan kaldırıldı, sendikalar susturuldu. İşçiler, haklarını aramaktan aciz hale getirildi. Darbeciler, halka “Siz halk değil, sadece itaat eden bireylersiniz” mesajını verdiler. Sosyal devlet anlayışı terk edildi, neoliberal politikalar ile halkı haklarından mahrum bıraktılar. Kenan Evren ve arkadaşları, devleti güçlendirirken, halkı haklarından uzaklaştırdılar.
Bugün yaz saati uygulamasını bile değiştiremeyen milyonlarca insan, işte bu düzenin bir ürünü. Halk, sadece şikayet eden bir kitleye dönüştü. Yıllardır değiştiremeyen saat uygulaması bile, darbenin yarattığı toplumsal yapının bir simgesi oldu. Milyonlarca insanın devlet karşısındaki bu aciz hali, darbecilerin toplumu nasıl şekillendirdiğini gözler önüne seriyor.
DARBE BUGÜN HÂLÂ YAŞIYOR
Murat Sevinç, 12 Eylül’ün etkilerinin 2024 yılına kadar sürdüğünü belirtiyor. O dönemin zihniyeti, bugünün siyasetinde hâlâ canlı. Asıl çarpıcı olan, bugünkü muhalif siyasetçilerin bile 12 Eylül’ün izlerini taşıması. 1982 Danışma Meclisi üyelerinin konuşmaları ile bugünün siyasetçilerinin bazı söylemleri birbirine o kadar benziyor ki insan şaşkına dönüyor. "Nasıl olur?" dedirten bu durum, aslında darbenin toplumun damarlarına ne kadar derinlemesine işlediğinin en büyük göstergesi.
12 Eylül darbesi sadece bir askeri müdahale olarak değil, toplumu baştan aşağı yeniden dizayn eden bir hareket olarak tarihe geçti. Bugünün apolitik toplumu, darbecilerin en büyük başarısıdır. Sorgulayan, hakkını arayan bir halk değil, itaat eden, devlete ricacı olan bir topluma dönüştürüldük.
Ve işte bu yüzden, bugün 12 Eylül hâlâ bitmedi. Çünkü darbeciler, sadece bir anayasa değil, bir zihniyet bıraktı geride. O zihniyet, toplumun her köşesinde yaşamaya devam ediyor.