YAZI'YORUM - “Türk vatandaşı, İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza usulüne göre yargılanan, Fransız idari hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir.”
Bu sözler, yalnızca Türkiye'nin hukuk sistemindeki karmaşayı değil, toplumdaki derin çelişkileri de gözler önüne seriyor. Bu sözler, bir ülkenin aynasıdır. Ve o aynayı tutan el, 24 Ocak 1993’te Ankara’da Karlı Sokak’ta susturuldu. Uğur Mumcu’nun, arabasına yerleştirilen bombayla katledildiği gün, yalnızca bir insan değil; bir fikir, bir vicdan ve bir mücadele susturulmak istendi.
Uğur Mumcu’nun ölümünden geriye, halkının gerçekleri bilmesi için kaleme aldığı yazılar, gerçeğin peşinde verdiği mücadele ve karanlığa karşı bir aydınlık mirası kaldı. Ancak sorulması gereken en önemli soru şudur: Neden bir gazeteci öldürülür? Neden kalem, bomba ile susturulmak istenir? Bu sorular, yalnızca Mumcu’nun değil, bu topraklarda can veren tüm gazetecilerin hikayesini anlamak için başlangıçtır.
HAYATINI GERÇEĞE ADAMIŞ BİR ADAM
Uğur Mumcu’nun yaşamı, bir aydınlanma meşalesi gibidir. 1942’de Kırşehir’de doğmuş, hukuk eğitimi almış, henüz öğrenciyken düşüncelerini yazarak dikkat çeken biri. 1962’de Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan “Türk Sosyalizmi” başlıklı makalesiyle Yunus Nadi Ödülü’nü kazandığında, daha yolun başındaydı.
Mumcu’nun gazetecilik anlayışı, halkın haklarını savunmaya adanmıştı. Ona göre gazetecilik, sadece haber vermek değil; gerçeği kovalama, yolsuzlukları ortaya çıkarma ve halkın vicdanı olma mesleğiydi. Bu yüzden o, yazdığı her satırda güç odaklarını rahatsız ediyor, susturulmak isteniyordu.
SAKINCALI BİR PİYADE
12 Mart 1971 darbesiyle başlayan dönemde, Uğur Mumcu için zor yıllar başladı. “Ordu uyanık olmalı” sözleri, onu hapse sürükledi. “Orduya hakaret” ve “sosyal sınıflar arasında tahakküm yaratma” suçlamalarıyla tutuklandı. Mamak Askeri Cezaevi’nde geçirdiği bir yıl, Mumcu’nun mücadelesini bitirmek bir yana, onu daha da güçlendirdi.
Bu süreçte askerlik yapması gerektiğinde bile cezalandırıldı. “Kötü hal ve düşünce sahibi” olduğu iddiasıyla yedek subaylık hakkı elinden alındı ve askerliğini “sakıncalı piyade” olarak tamamladı. Ancak bu unvanı, Mumcu’nun en güçlü simgelerinden biri haline geldi. Daha sonra yazdığı Sakıncalı Piyade, halkın büyük ilgisini çekti ve Ankara Sanat Tiyatrosu’nda 700’den fazla kez sahnelendi.
GAZETECİ KİMDİR?
Uğur Mumcu, gazeteciyi şu sözlerle tanımlıyordu:
“Gazeteci, haber ve bilgi kaynağına en çabuk ulaşan ve bu kaynaklardan edindiği bilgi ve haberleri okurlara sunan insandır. Gazetecinin güvenilir, sır saklayan ve gerektiğinde hükümetlere karşı savaşmayı göze alan biri olması gerekir.”
Bu tanım, Mumcu’nun hayat felsefesiydi. O, güç odaklarının, mafya düzeninin, yolsuzlukların ve çıkar ilişkilerinin üzerine giden, cesur bir gazeteciydi. Yazılarında yalnızca eleştirmekle kalmaz, belgelerle ve araştırmalarla gerçekleri ortaya koyardı.
Rabıta kitabında, Türkiye’deki dini örgütlenmelerin arkasındaki dış bağlantıları ifşa etti. Ağca Dosyası ve Papa-Mafya-Ağca kitaplarında uluslararası komploları gözler önüne serdi. Onun araştırmaları, bir gazetecinin sadece bir haberciden çok daha fazlası olduğunu gösteriyordu.
SUSTURULAN KALEMLER
Türkiye’de gazetecilik, cesaret isteyen bir meslek. Çünkü bu topraklarda gerçekleri yazmanın bedeli çoğu zaman canla ödenmiştir. Hasan Fehmi’nin 1909’da başlayan kara listesi, Abdi İpekçi’den Metin Göktepe’ye, Hrant Dink’ten Uğur Mumcu’ya kadar uzanır. Faili meçhul kalan cinayetler, yalnızca birer adli vaka değil; toplumun vicdanında kapanmayan yaralardır.
1990’lı yıllar, gazeteci cinayetlerinin zirve yaptığı bir dönemdi. Bu karanlık yıllarda, yalnızca iki yıl içinde 20 gazeteci öldürüldü. Ve her cinayet, halkın haber alma hakkına sıkılmış bir kurşundu.
UĞUR MUMCU’NUN MİRASI
Uğur Mumcu’nun katledilişinin ardından, olay yerinde hiçbir delil bulunamadı. Uzmanlar, delillerin süpürgeyle temizlendiğini söyledi. Suikastı üstlenen farklı örgütler olsa da gerçek failler hiçbir zaman ortaya çıkarılmadı. Ancak Mumcu’nun ölümü, gerçeğin ne kadar tehlikeli olduğunu bir kez daha gösterdi.
Bugün, Mumcu’yu ve onun gibi susturulan gazetecileri anarken, yalnızca geçmişe bakmamalıyız. Onların bıraktığı miras, özgür bir gelecek için bir çağrıdır. Mumcu’nun şu sözleri, bu mirası özetler:
“Cesur bir kalem, korkak bir kılıçtan daha etkilidir.”
AYDINLIK BİR GELECEK MÜMKÜN MÜ?
Uğur Mumcu, susturulmak istenen bir Türkiye’yi temsil ediyor. Ancak onun kalemi, hâlâ yaşamaya devam ediyor. Çünkü gerçekler, susturulamaz. Bugün hâlâ sansürün, tutuklamaların ve baskıların gölgesinde gazetecilik yapanlar, Mumcu’nun mirasını taşımaya devam ediyor.
Eğer bir gün Türkiye, düşünce özgürlüğünün tam anlamıyla yaşandığı bir ülke olacaksa, bu, Mumcu gibi cesur insanların açtığı yoldan geçecektir.